Gorevine yeni atanan Ingiltere Devlet Iletisim Muduru (head of the U.K Government Communications Headquarters ) R. Hannigan, Kasim ayinin basinda demis ki: Mahremiyet/gizlilik asla mutlak bir hak olmamistir.
Biz senelerdir kendimizi paraliyoruz, 100 kisilik siniflarda mahremiyet haklarini ihlal etmeden ogrencilere notlarini nasil aciklayacagiz, odevlerini, sinavlarini, lab raporlarini nasil teslim edecegiz diye.. Bu yuzden her odeve, sinava, rapora kapak hazirlayip, bir ton agac katlediyoruz. Meger bosunaymis.. Sirf bize eziyetmis.. 25 senelik ogrencilik hayatimda okul numaram birinin eline gecerse bana ne yapabilir onu bile cozemedim ustelik..
Ingiliz ajanlarinin basi olan bu arkadas, Facebook ve Twitter gibi sirketlerin, pek dogal ve kanuni olarak kullanicilarinin tum bilgilerini paylasmalari gerektigini iddia etmis. Bu iddiadaki kullanicilar kim? sozu gecen kanunlarda kimin kanunlari? ve de dunya capinda hizmet veren bu sirketler ellerinde bulunan bilgileri kimlerle paylasacaklar?
Gectigimiz ay Financial Times'a da benzer aciklamalarda bulunan Mr. Hannigan, internet uzerinden hizmet veren Amerikan sirketleri hakkinda en fazla konusan devlet erkanlarindan.. Hatta cikarilacak yeni kanunlarla, sirketlerin ellerindeki bilgileri paylasmak zorunda birakilmasi gerektigini savunacak kadar ileri gidiyor. Tabii ki sirketlerin korkusu da boyle bir durumda dunya capinda kullanicilarini kaybetmek. 2014 ilk yarisi itibariyle Facebook'un 1.35 milyar, Twitter'in ise 255 milyon aktif kullanicisi mevcut. Ustelik her kanun cikaran devlete ellerindeki tum bilgiyi verecekler mi? orasi da biraz karisik..
Iste Panopticon da, tam olarak bu konuyu inceliyor. Internet kullanicilarinin mahremiyet ve gizlilik haklari. Panopticon, 2012 de Peter Vlemmix tarafindan Hollanda ve Almanya'da cekilmis bir belgesel. Konunun uzmanlari disinda, sokaktaki insanlara da uzatiyor mikrofonu Vlemmix. Hollanda'da aldigi cevap hep ayni: "Benim saklayacak bir seyim yok, kim istiyorsa dinlesin, ne istiyorsa ogrensin!" Almanlar ise bu konuda cok daha temkinliler, cunku son 100 yilda acik bir toplumken, kapali bir dikta toplumuna, sonra da tekrar acik bir topluma donustuler. Surekli takip edilme ve dinlenme fikrinin insanlara, topluluklara neler yapabildigini yasadilar ve hatirliyorlar.
"Ben merak edilecek bir insan degilim ki" diye dusunen bir coklarimiza sesleniyor Panopticon, "Ne icin biriktiriyorlar bunca merak edilmeyecek bilgiyi?? Simdilik sadece depoluyorlar diye fazla kafaya takmiyoruz ama ya bir gun tum o bilgiyi isleyecek teknolojimiz olursa? Ya bugun ilginc degil ki diye dusundugumuz bir takim olaylar, o zaman ilginc olursa? Yine de gizlemek istemeyecek miyiz? Vlemmix'e bu noktada katilmamak mumkun degil, ancak...
Biz ailece belgeseli karisik duygularla izledik. Internetin her turlu nimetinden her firsatta faydalaniyoruz. Ders notlarina, haberlere, bilimsel ve populer yayinlara hep internet uzerinden ulasiyoruz. Hatta Panopticon'u da Documentary Storm' dan seyrettik. Diyecegim su ki, madem biz internetin bize sunduklarini kullanirken gozumuzu bile kirpmiyoruz, neden elinde guc olan kurumlarin, sirketlerin ve de insanlarin aynisini yapmamasini bekliyoruz ve de talep ediyoruz?
Panopticon cekilip yayinlandiktan sonra gecen iki senede bizim gezegende
isler sanirim iyice sarpa sarmis ki Mr. Hannigan ve arkadaslari
gozetlemeyi kanunlastirmayi onerebiliyorlar. Onlar her turlu bilgiye
ulasma yolunda ilerleye dursun, bizim bu konuda hala kafamiz karisik, neye hakkimiz var? Tamam peki mahremiyet ugruna internete savas acalim ama dizileri nasil seyredecegiz..?
Ben kendimce insanogluna, mahremiyetini yeniden tanimlama ve sinirlarini belirleme cabasinda yurekten sans diliyorum. Umarim insanlik bu konuda kararini benden once verir.. Cunku aklina ne gelse bloguna yazan biri olarak, mahremiyete mi inanmiyorum, kendimi fazla mi ilginc buluyorum, bilemiyorum. Ama inandigim tek bir sey varsa, o da insanlarin gizleme, unutma, unutturma hakki oldugu..
Ceyhun Kirimli has a PhD. in Biomedical Engineering with areas of competence in Molecular Biology, Genetics & Biomedical Engineering and Computational Sciences with focus on Development and Design of Biosensors.
http://www.linkedin.com/in/ceyhunkirimli
http://ceyhunkirimli.com
Ad Unit
Sunday, November 16, 2014
Tuesday, November 11, 2014
Milfoyden bohca borek, for Ceyhun Kirimli
Cok uzun suredir blog yazmiyorum, acliktan oldugumu dusunuyordunuz degil mi? Sevgili esim kendini Kalkulus'e adadigi icin son iki aydir evde ozel bir sey yapilmiyor. Ne yapsinmis, bu seneki cocuklar cok hevesliymis, onlarin ogrenme azminin korelmesine izin veremezmis.. Ben de hevesliyim, yemeye icmeye cok hevesliyim, bana ne olacak, benim istahimin korelmesine neden goz yumuluyor.. Cumartesi aksami cok soylenmis olmaliyim ki, pazar sabahi en sevdigim boreklerden biri olan sosisli milfoy boreginin kokulariyla uyandirildim..
Bu boreklerden daha once (bunlar aylaaar aylar once) bircok kez pisirdik, hatta hazirlamasi ve pisirmesi cok pratik oldugu icin, spontane pikniklerimizde genelde kendileri bize eslik ettiler.. Havalar bozmus, tek gittigimiz yer okul haline gelmis olabilir.. Boreklerimiz lezzetinden bir sey kaybetmiyor.
Milfoy boregini ilk pisirmemiz tamamen sans eseri oldu. Alisverise yalniz giden Ceyhun, yufka yerine su asagidaki paketi alip gelmis:
Alinan her seyi yemek zorunda oldugumuza inanan Elcim de, paketten cikan milfoylerin icine ne bulduysa doldurmus:
Kutunun icinden iki paket cikiyor, paketlerin her birinden de kare seklinde birer adet ince milfoy hamuru cikiyor. Bizimki her biri kareyi dorde boluyor...
Her bir parcadan da bir tane bohca hazirliyor..
Malzemeleri dizmemiz bitince, hamurun uc kosesini kapiyoruz. Malzemeler disardan gorunebilecek ancak tasmayacak sekilde olacakmis..
Ve de asil sonuc:
Ben aslen uyandirilmaktan hic hoslanmam, sabahlari da sempatik olmam :)))
Bu boreklerden daha once (bunlar aylaaar aylar once) bircok kez pisirdik, hatta hazirlamasi ve pisirmesi cok pratik oldugu icin, spontane pikniklerimizde genelde kendileri bize eslik ettiler.. Havalar bozmus, tek gittigimiz yer okul haline gelmis olabilir.. Boreklerimiz lezzetinden bir sey kaybetmiyor.
Milfoy boregini ilk pisirmemiz tamamen sans eseri oldu. Alisverise yalniz giden Ceyhun, yufka yerine su asagidaki paketi alip gelmis:
Alinan her seyi yemek zorunda oldugumuza inanan Elcim de, paketten cikan milfoylerin icine ne bulduysa doldurmus:
Kutunun icinden iki paket cikiyor, paketlerin her birinden de kare seklinde birer adet ince milfoy hamuru cikiyor. Bizimki her biri kareyi dorde boluyor...
Her bir parcadan da bir tane bohca hazirliyor..
Bohcalarin icine ne isterseniz doldurabilirsiniz.. Bizim favorimiz: iki ince domates dilimi, iki parca tatli sivri biber, yarim sosis, beyaz peynir ve kasar rendeleri..
Son olarak da uzerlerine yumurta sarisi, corek otu ve/veya susam surerek, 180 derecelik firinda yaklasik yarim saat pisiriyoruz. Iste sonuc:
Ve de asil sonuc:
Ben aslen uyandirilmaktan hic hoslanmam, sabahlari da sempatik olmam :)))
Wednesday, October 29, 2014
Dizel araçlara su/metanol enjeksiyonu ve yararları
Turbo dizel aracınız varsa ve performansından memnun değilseniz aracınıza taktırabileceğiniz kitlerden biri su/metanol enjeksiyonu. Dizel motorlu araçlara yapılan LPG veya NOS enjeksiyonu gibi metanol de aracınızın performansını artırmak için kullanılabiliyor. Öncelikle metanol enjeksiyonunun ne olduğundan bahsetmek ve bu uygulamayla ilgili detaylı bilgi vermek istiyorum.
Su/metanol enjeksiyonu adından da anlaşılacağı üzere suyun ve metanolun değişik oranlarda (amaca göre sizin önceden belirlediğiniz bir oranda) motorun emme manifolduna püskürtülmesidir. Bu oran çoğunlukla %100 su veya %50 su + %50 metanol veya %70 su + %30 metanol olarak önceden belirlenebilir. İsterseniz baska oranlar denemek de mümkün. Aracınıza taktırdığınız kitin deposuna (bazı kitlerde aracın silecek suyu haznesi depo olarak kullanılıyor, nedenini açıklayacağım) istediğiniz oranda karışımı koyabilirsiniz. Metanol su karışımı sıvı olarak emme manifolduna püskürtüldüğünde manifoldun içindeki sıcak havanın ısısını emerek yanma odasına ulaşır. Hatta silindire girerken ve emme valfleri kapanırken dahi ısı emmeye devam eder. Basınç altındaki sıvının gaz hale geçtiği andaki basınç ve sıcaklık doyum noktası olarak adlandırılır. Pistonlar karışımı sıkıştırırken karışım hala sıvı haldedir ve doyum noktasına ulaşmamıştır, dolayısıyla etrafından ısı çalmaya devam eder. (Bunun sebebi suyun yüksek miktarda ısıyı hapsedebilen ısı sığası yüksek bir madde olmasıdır. Yani karışımınız su bakımından ne kadar yoğunsa karışımın doyum noktasına varması o kadar zaman alır ve dizel motorunuzu o kadar soğuk çalıştırmış olursunuz.) Karışımın doyum noktasına ulaşıp gaz haline geçmesi dizelin püskürtülüp alev almasına kadar ertelenir. Faz değişimi sırasında sudaki oksijen molekülleri yakıt ile reaksiyona girer ve böylece daha fazla oksijeni motora su olarak taşımış olursunuz. Ama şunu söylemek gerekiyor ki sadece su püskürtülen uygulamalarda bu şekilde bir beygir gücü artışı görülse de bu artış dikkate alınmayacak kadar azdır. Ama tabiki aynı şeyi metanol için söyleyemeyiz, çünkü metanol en basit alkoldür ve tabiki yanma sırasında açığa çıkardığı yüksek enerjiyi hydrokarbon bağlarında saklamaktadır. Kısacası bir tür yakıttır.
Su/metanol enjeksiyonu ilk olarak Sir Harry Ricardo adlı İngiliz bir mühendis tarafından 40'ların başında keşfedilmiştir. Tabii ki amaç performans artışının ikinci dünya savaşındaki benzinle çalışan uçaklara sağlayacağı avantajdır. İlk çalışmalar sadece suyun püskürtülmesi ile yüksek basınç altındaki buji ile ateşlemeli sistemlerin efektif yakıt oktanının artırılması ve bu şekilde güç artışı sağlanmasıdır. Bu da tabiki it dalaşında üstünlük sağlamak ve savaşı kazanmak demektir. Tabiiki bizim amacımız bu değil...
Biraz da faydalarından bahsedelim. Dizel motorlarda emme manifoldundaki ısıyı düşürmenin bize yararı nedir? Öncelikle, ısı düştüğü için hava daha yoğun hale gelir ve aynı basınç altında ve aynı hacimde daha çok havayı silindire taşımış olmanız demektir. Bu da hem beygirin hem de torkun artmasına sebep olur.
Şimdilerde üretilen bütün dizeller bildiğiniz gibi yüksek teknolojiye sahip turbolar bulundurmakta. Problem ise turbonun çalışma prensibi sebebiyle, yüksek basınç altında emme manifolduna itilen havanın ısısının artması. Her turbonun uygulayabileceği maksimum bir basınç limiti vardır. Eğer bu limite yakın basınçlarda turbonuzu zorluyorsanız (size söylüyorum dizel aracına chip tuning yaptıranlar) bu ısı daha da artar. Turbonuz adeta bir saç kurutma makinesi gibi çalışır. Üzülmeyin çünkü su/metanol kitlerinden en çok faydalananlar bu durumda olanlardır.
Bir diğer fayda ise emme ısısının düşmesinin sonucu olarak egzoz ısısının da düşmesi. EGT denen egzoz gaz derecesinin düşük olması motorunuzun aşırı yük altında zorlandığı durumlarda ısıdan dolayı zarar görmesini ve aşınmasını engeller. Bu nedenle su/metanol kitleri Amerika'da ve Kanada'da en çok olarak yük çeken pick-up kamyonetlerde bulunuyor. Aşırı yükle yüklendiklerinde ve yokuş çıkmak zorunda kaldıklarında dahi motorlarının ısınmaması bu kamyonetlerin motor ömrünün artması için çok önemli bir etkendir.
Metanolu nereden bulacağınız hakkinda da birkac bilgi vermek istiyorum. Kuzey Amerika'da en ucuz ve zaten su ile karıştırılmış metanolu silecek suyu olarak bulabilirsiniz. Evet yanlış duymadınız, Kuzey Amerika'da %30 hatta daha fazla oranlarda metanol içeren silecek suları marketlerde çok ucuza bulunabiliyor. Türkiye'de de hala bu şekilde satılan silecek suyu markaları var. Fakat metanol zehirli olduğundan çoğu marka metanol yerine gliserin içermektedir ve aldığınız silecek suyunun içindekileri bu yüzden mutlaka okumanız gerekiyor. Yanlışlıkla gliserinli silecek suyu kullanırsanız aracınıza veda edersiniz. Kullanıcağınız silecek suyunun içeriğine bakıp içinde metanol olduğundan emin olduktan sonra, içinde parfüm veya temizleyici deterjan (köpüren) olmadığındanda emin olmanız gerekiyor. Metanollü silecek suları zehirli olduğundan su ile karıştırılmaması için kimyasal renklendiricilerle renklendirilir (kırmızı, mavi, sarı gibi). Bundan korkmanıza gerek yok çünkü bu renklendiriceler eser orandadır ve motorunuza zarar vermez.
Gelelim dezavantajlarına. En büyük dez avantajı uzun vadeli kullanım durumunda, motora enjekte edilen suyun zamanla motorun parçalarını paslandırmasıdır. Ama yeni nesil turbo dizel motorların çoğu paslanmaya karşı çok dirençli alaşımlardan veya paslanmayan alüminyum bloklardan üretilmektedir. Eğer aracınızın motor bloğu aluminyum ise endişelenmenize gerek yok.
Son olarak da bir kaç rakam vererek ne kadar bir performans artışı beklemeniz gerektiğinden bahsetmek istiyorum. 2004 model Dodge 3500 Cummins dizel kamyonete uygulanan bir sistemden bahsetmek istiyorum. Araçta dizel chip tuning uygulaması yapılmış ve %32, %50 ve %75 metanol bulunduran karışımlar denenmiş. Aracın fabrika çıkışı verileri şöyle: 279 beygir ve 786 Nm tork (verilen değerlerin hepsi yola aktarılan güç, fabrika verileri gibi krank milinden ölçülmemiş). Chip tuning ile aracın verileri 379 beygir ve 1038 Nm'ye çıkmış. Bu artış chip tuning deneyimi olanları şaşırtmasın çünkü Kuzey Amerika'daki pick-up kamyonetler dayanıklılığı ile meşhurdur (1 milyon km yapmış ve hayatı boyunca yük taşımış bir çok pickup gördüm) ve bunu tabiki motorlarının kaldırabileceği gücün çok altında çalışmasına borçlular. Yüzde 32 lik silecek suyu ile bu değerler 429 bg ve 1183 Nm tork'a yükselmiş. Yüzde 50'lik metanol/su karışımı ile 453 bg ve 1260 Nm tork elde edilmiş. Ve son olarak yüzde 75 lik karışım ile de 487 bg ve 1301 Nm tork'a ulaşılmış.
Kısacası chip tuning uygulaması yaptırdıysanız veya yaptırmayı düşünüyorsanız kesinlikle tavsiye edeceğim bir uygulama su/metanol enjeksiyonu uygulaması. Zaten chip tuning yapılmış turbo dizel aracınıza silecek suyu ile yüzde 13 oranında beygir gücü artışı elde edebilir ve hatta motorunuzun daha sağlıklı ve uzun ömürlü olmasını sağlayabilirsiniz....
Tuesday, October 7, 2014
Iklim degisimi yuruyusu, 21 Eylul 2014
Uc bin motorluk arabamiza binip bulusma yerine gittik. Atmosferdeki karbondioksit artisini protesto ettik. Albertanin cigerinin petrol ve dogal gaz icin sokulmesine uzulduk. Yuruyusten sonra da gece hava soguyor diye dogal gaz yakarak evimizi isittik.
TBay'in cevreci nufusuyla da bu iki yuzlulugumuzu konustuk. Iyi guzel bulusuyoruz, birlikte belgeseller seyrediyoruz, Kanada'nin her kosesinden cevrecileri sehrimizde agirlayip onlarla fikirlerimizi paylasiyoruz da... eninde sonunda hepimiz karbondioksit uretmeye gunluk hayatlarimiza donuyoruz.
Ne yapabiliriz? Burada dunyanin geri kalanindan boylesine izole yasarken, elimizden ne gelir ki? Disaridan gelen herseye bu kadar bagimliyken, biz neyi degistirebiliriz?
Burada beni en cok sasirtan ilk nokta, meyva agaclarinin hali.. Elma Kuzey Amerika'ya 17. yuzyilda koloniler tarafindan getirilmis. Elmanin envai cesidi bu kitayi sevmis, yerlesmis ve yayilmis. Bugun Cinden sonra dunyanin en buyuk elma ureticisi Amerika (Turkiye de ucuncu sirada yer aliyor.).
Kanada'nin her yerinde de elma agacalari mevcut. Agustos-Eylul aylarinda bir cok elma agacinin uzeri meyva dolu oluyor. Sanirim o elmalari yiyen sadece biziz.. Bu yukaridaki resimde okula yurudugumuz yolun uzerindeki bir agaci goruyorsunuz. Agac bir evin bahcesinde, citlerin uzerinden de sokaga tasiyor. Biz bir aydir hergun bir kac tane aliyoruz yere dusenlerden. Ama evin sahipleri bu kadar zamanda agaca ellerini surmediler. Ayni kaderi sehrin her yerindeki bir cok meyva agaci paylasiyor. Agaclara hayvanlarin ulasmasini da citlerle engelledigimiz icin, kilolarca meyvayi curumeye terk edip, kendimiz taa guney amerikadan bir ton karbon dioksit salarak bize ulasan meyvalari yiyoruz.
Bizler, iklim degisimi konusunda endiselenenler en azindan bu elmalarin, meyvalarin yendigine, cope atilmadigina emin olamaz miyiz? Issizligin alip basini gittigi bu sehirde, birilerinin taze meyva yemesini saglariz hem..Sehrin cevrecileri bile benim elma agaclarina neden bu kadar uzuldgumu hala anlamadilar. Ben en azindan birilerinin bu konudaki fikrini degistirene kadar elmalar hakkinda konusacagim, inatciyim..
Hava 7-9 derece arasinda degisirken, coluk cocugu tsortlarla salmislardi sokaga..
Kisa bir giris konusmasinin ardindan yuruyuse basladik..
Yurusumuzun sonunda kendi gundemimiz olan Energy East boru hatti ve engellemek icin elimizden ne gelecegi sorusunda konusmaya basladik
Biz ayrilirken, bir sonraki protesto etkinligimiz planlanmaktaydi..
TBay'in cevreci nufusuyla da bu iki yuzlulugumuzu konustuk. Iyi guzel bulusuyoruz, birlikte belgeseller seyrediyoruz, Kanada'nin her kosesinden cevrecileri sehrimizde agirlayip onlarla fikirlerimizi paylasiyoruz da... eninde sonunda hepimiz karbondioksit uretmeye gunluk hayatlarimiza donuyoruz.
Ne yapabiliriz? Burada dunyanin geri kalanindan boylesine izole yasarken, elimizden ne gelir ki? Disaridan gelen herseye bu kadar bagimliyken, biz neyi degistirebiliriz?
Burada beni en cok sasirtan ilk nokta, meyva agaclarinin hali.. Elma Kuzey Amerika'ya 17. yuzyilda koloniler tarafindan getirilmis. Elmanin envai cesidi bu kitayi sevmis, yerlesmis ve yayilmis. Bugun Cinden sonra dunyanin en buyuk elma ureticisi Amerika (Turkiye de ucuncu sirada yer aliyor.).
Kanada'nin her yerinde de elma agacalari mevcut. Agustos-Eylul aylarinda bir cok elma agacinin uzeri meyva dolu oluyor. Sanirim o elmalari yiyen sadece biziz.. Bu yukaridaki resimde okula yurudugumuz yolun uzerindeki bir agaci goruyorsunuz. Agac bir evin bahcesinde, citlerin uzerinden de sokaga tasiyor. Biz bir aydir hergun bir kac tane aliyoruz yere dusenlerden. Ama evin sahipleri bu kadar zamanda agaca ellerini surmediler. Ayni kaderi sehrin her yerindeki bir cok meyva agaci paylasiyor. Agaclara hayvanlarin ulasmasini da citlerle engelledigimiz icin, kilolarca meyvayi curumeye terk edip, kendimiz taa guney amerikadan bir ton karbon dioksit salarak bize ulasan meyvalari yiyoruz.
Bizler, iklim degisimi konusunda endiselenenler en azindan bu elmalarin, meyvalarin yendigine, cope atilmadigina emin olamaz miyiz? Issizligin alip basini gittigi bu sehirde, birilerinin taze meyva yemesini saglariz hem..Sehrin cevrecileri bile benim elma agaclarina neden bu kadar uzuldgumu hala anlamadilar. Ben en azindan birilerinin bu konudaki fikrini degistirene kadar elmalar hakkinda konusacagim, inatciyim..
21 Eylul yuruyusunde katilimcilarin gundemindeki asil konu ise, sehrimizin enerji kaynaklari.. TBay nihayet gecen Nisan ayinda elektrik uretimi icin komur yakmayi durdurabildi. Hydro elektrik sehrimizin ihtiyacinin cogunu karsiliyor. Kapanan komur santrali de biomass santraline cevrildi. Son olarak da gunes enerjisi hizla yayginlasiyor. TBay'in en onemli ozelliklerinden biri Ontario'nun en cok gunes goren yeri olmasi. (Istatistiklerin yalancisiyim). Bir sure oncesine kadar devlet gunes enerjisi yatirimlari konusunda her turlu destegi verirken, simdilerde bize dogal gaz satisini artttirmak istedigi icin, "destek" konusunda sorun cikarmaya basladi.
Biz de simdilik en cok bu konuda calisiyoruz, elimizden geldigince sesimizi duyurmaya ugrasiyoruz. Cunku yeni bir boru hattini kuzeyimizdeki el degmemis dogal hayatin tam ortasinda istemiyoruz..
Yuruyusten fotograflar:
Her evde 5 arabanin oldugu, "truck=kamyonet" sahibi olmanin gurur meselesi yapildigi bir sehir icin azimsanmayacak bir kalabalik bulustu 21 EyluldeHava 7-9 derece arasinda degisirken, coluk cocugu tsortlarla salmislardi sokaga..
Kisa bir giris konusmasinin ardindan yuruyuse basladik..
Yurusumuzun sonunda kendi gundemimiz olan Energy East boru hatti ve engellemek icin elimizden ne gelecegi sorusunda konusmaya basladik
Biz ayrilirken, bir sonraki protesto etkinligimiz planlanmaktaydi..
Sunday, October 5, 2014
The Human Scale - Insan Olcegi
Kis kapida malum, bizim gezip tozmalarimiz da suyunu cekmek uzere.. Ee kis kapida malum, son zamanlarda her gunes gordugumuzde kendimizi parklara bahcelere atiyoruz, okunacak kitap listem rafa kalkti.. Yani kis kapida malum, blogumu boslamistim.. Iki hafta once Iklim degisimi yuruyusunden donerken izledigim belgeselleri de burada paylasmaya karar verdim. Gecen yaz, ozellikle de benimki Turkiye'deyken kendimi belgesel izlemeye adadim. Bircogundan cok etkilendim, bazilarini ikinci kez, kacirdigim detaylari da ogrenmek icin tekrar izledim. Paylasmak istedigim ilk belgesel'in adi: Insan olcegi. Danimarkali yonetmen Andreas M. Dalsgaard tarafindan cekilmis, sehirlesme uzerine bir belgesel..
Insan olceginin izleyicisine verdigi mesaj ise cok net: "Modern dedigimiz sehirlerimiz insana gore tasarlanmiyor."
Insan olcegi, mimar ve profesor Jan Gehl'in fikirlerini ve calismalarini temel alarak, dunyanin dort bir tarafindan 5 sehri (Kopenhag-Danimarka, Chongqing-Cin, Dhaka-Banglades, New York-ABD, Christ Church-Yeni Zelanda) inceliyor.
Filmde verilen rakamlara gore: Bugun dunya nufusunun %50'si sehirlerde yasiyor, bu sayinin 2050'de %80'e ulasacagi tahmin ediliyor. Mega bir sehirde milyonlarca insanla birlikte yasamak hem buyuleyici hem de kaotik olabiliyor. Ancak asil nokta insan denen canlinin nasil yasamak istedigini bilmiyoruz, ve sehirlerimizi kurarken bunu hic umursamiyoruz. Bilinen tum bitki ve hayvan turlerinin dogal habitatlarini calisan binlerce bilim adami varken, insanin dogasina en uygun habitatin ne oldugu sorusunu soz birligi etmis gibi gormezden geliyoruz.
"Insan olcegi" insan ve sehir iliskisini dusunurlere, mimarlara ve sehir planlamacilara soruyor. Once Batida tasarlanip, bugun dunyanin dort bir yanina yayilmis, modern sehir anlayisinin insan baz alinarak degerlendirmesini yapiyor. Ortaya cikan sonuc ise carpici: Sehirlerimiz, insanlarin iletisimini, paylasimini engelliyor. Bircok yerde, binalarin giris cikislari bile insanlarin birbirleri ile karsilasmalarini minimize edecek sekilde planlaniyor. Gelismis bir sehir duzeninde, insanlarin normal bir hayat yasamasi icin, hareket kabiliyetlerinin saatte ortalama 60km olmasi gerekiyor.
Ailece, genci yaslisi, coluk cocuk, habire 60 km hizla kosamayacagimizdan, atlarin ortalama hizi bile 40-48 km/saat arasi degistiginden, amator bir bisiklet 50km hizi gectigimizde dagilmaya basladigindan (tecrubeyle sabittir-direksiyon elimde kaldi..:)..), icinde yasadigimiz sehirler bizleri arabalara mahkum ediyor. Sehirlerimizi orumcek agi gibi saran, kat kat uzayip giden yollar, gokyuzunden bakildiginda ne kadar etkileyici gorunse de, olcegimizi insana gore ayarladigimizda, katedilmesi imkansiz engellere donusuyor.. Alt yapi planlamasi sirasinda yollar, yani araclarin ihtiyaclari on plana ciktigindan, insanlarin yasadiklari sehirlerden ne istedikleri goz ardi ediliyor. Yani, yasadigimiz sehirlerin kalbinde bizler degil motorlu araclarimiz yatiyor.
Insan olceginin izleyicisine verdigi mesaj ise cok net: "Modern dedigimiz sehirlerimiz insana gore tasarlanmiyor."
Insan olcegi, mimar ve profesor Jan Gehl'in fikirlerini ve calismalarini temel alarak, dunyanin dort bir tarafindan 5 sehri (Kopenhag-Danimarka, Chongqing-Cin, Dhaka-Banglades, New York-ABD, Christ Church-Yeni Zelanda) inceliyor.
Filmde verilen rakamlara gore: Bugun dunya nufusunun %50'si sehirlerde yasiyor, bu sayinin 2050'de %80'e ulasacagi tahmin ediliyor. Mega bir sehirde milyonlarca insanla birlikte yasamak hem buyuleyici hem de kaotik olabiliyor. Ancak asil nokta insan denen canlinin nasil yasamak istedigini bilmiyoruz, ve sehirlerimizi kurarken bunu hic umursamiyoruz. Bilinen tum bitki ve hayvan turlerinin dogal habitatlarini calisan binlerce bilim adami varken, insanin dogasina en uygun habitatin ne oldugu sorusunu soz birligi etmis gibi gormezden geliyoruz.
"Insan olcegi" insan ve sehir iliskisini dusunurlere, mimarlara ve sehir planlamacilara soruyor. Once Batida tasarlanip, bugun dunyanin dort bir yanina yayilmis, modern sehir anlayisinin insan baz alinarak degerlendirmesini yapiyor. Ortaya cikan sonuc ise carpici: Sehirlerimiz, insanlarin iletisimini, paylasimini engelliyor. Bircok yerde, binalarin giris cikislari bile insanlarin birbirleri ile karsilasmalarini minimize edecek sekilde planlaniyor. Gelismis bir sehir duzeninde, insanlarin normal bir hayat yasamasi icin, hareket kabiliyetlerinin saatte ortalama 60km olmasi gerekiyor.
Ailece, genci yaslisi, coluk cocuk, habire 60 km hizla kosamayacagimizdan, atlarin ortalama hizi bile 40-48 km/saat arasi degistiginden, amator bir bisiklet 50km hizi gectigimizde dagilmaya basladigindan (tecrubeyle sabittir-direksiyon elimde kaldi..:)..), icinde yasadigimiz sehirler bizleri arabalara mahkum ediyor. Sehirlerimizi orumcek agi gibi saran, kat kat uzayip giden yollar, gokyuzunden bakildiginda ne kadar etkileyici gorunse de, olcegimizi insana gore ayarladigimizda, katedilmesi imkansiz engellere donusuyor.. Alt yapi planlamasi sirasinda yollar, yani araclarin ihtiyaclari on plana ciktigindan, insanlarin yasadiklari sehirlerden ne istedikleri goz ardi ediliyor. Yani, yasadigimiz sehirlerin kalbinde bizler degil motorlu araclarimiz yatiyor.
Iklim degisimi, benzin kaynaklarimizin tukeniyor olusu da goz onune alindiginda belki de sehir tanimimizi yeniden yazmamiz gerekiyor.. Ne dersiniz, sizin yasadiginiz sokaktan, mahalleden beklentiniz ne?
Son olarak, "Insan Olcegi" ekibine filmin teknik detay zenginligi icin tesekkuru bir borc bilirim. Filmin fragmanina asagidaki linkten ulasabilirsiniz:
Saturday, September 20, 2014
Direk Enjeksiyonlu Turbo araclar icin yeni nesil LPG sistemlerinin faydalari
![]() |
Ford'un ecoboost tanitimi icin kullandigi resimdir |
1.0 litre Ford Ecoboost'lar, Nissan'in direk injeksiyonlu turbo motorlari ve opelin yeni cikardigi 1.0 SIDI araclar icin hazirlanmis yukaridaki animasyonlari izleyebilirsiniz. Hepsinin ayni teknolojiyi kullandigini goreceksiniz.
Bu yenilikler ile motor hacimleri kuculdu, beygir gucu eski araclara gore cok artmasada tork bazi uygulamalarda artti ve tabiki daha verimli yanma olayi sayesinde daha az benzin tuketimi saglanmis oldu. LPG firmalari icin ise gun dogdu. Cunku yuksek basinc altinda calisan yeni tip enjeksiyonlar LPG'nin ayni benzin gibi sivi olarak silindire puskurtulmesine imkan veriyor ve dahasi bunun icin LPG sistemlerinde aracin manifolduna delikler acilarak yeni LPG enjeksiyonlarinin takilmasina gerek kalmiyor ve aracta kalici bir degisiklik yapilmis olmuyor. Dahasi aracin kendi enjeksiyonlari bu is icin kullaniliyor ve LPG sistemlerinin dayanikliligi gibi sorunlar buyuk olcude azalmis oluyor. Bir diger avantaji ise aracin LPG ile calistirilabiliyor olmasi. Yani eskisi gibi aracin benzinle calistirilmasi ve bir sure sonra motor isindiktan sonra LPG'ye otomatik gecis yapilmasi gerekmiyor. Ayrica bu LPG sistemlerinde gucten kesinlikle dusme yasanmiyor, hatta araciniza bagli olarak bir kac beygir guc artisi olmasi bile ihtimal icerisinde (LPGnin oktani 100-105 arasi degisiyor.).
Her ne kadar Turkiye'de ki cogu LPG ustasi bu sistemleri araclara uygulamaktan cekiniyor olsada, Prins firmasinin en yeni sistemi olan Direct-Liquimax (ve Direct Liquimax 2) sistemleri bu listede bulunan araclara takilmasi mumkun. Bir baska listede bu sitede mevcut. Bu listelere ek olarak nissan'in ve renault'nun ortaklasa kullandigi 1.2 tce araclari, ve 1.6 DIG-T (Nissan Juke Nismo veya 2014 Renault Clio RS) motorlarida ekleyebiliriz. TSI'lara takiliyor mu soruyorsaniz, cevabi bu linkte.
Turkiyede su anda en az yakan dizel arac olan Renault Clio'nun dizel modeli ile yine Clio'nun 0.9 litre benzinli turbo ve direk enjeksiyonlu modelini karsilastirmak istiyorum (Araclarin performanslari birbirine cok yakin, benzinli model icin 0-100 km 12.2 sn ve dizel model icin 12.0 sn). Araclari sifir alip 100 bin km yolu 5 senede yaptigimizi (yani yilda ortalama 20 bin km) varsayacagim. LPG li aracin lpg yi benzine gore daha cok yakacagini varsayacagim ve bu orani hesaplarken Yeni Dacia
Sanderonun fabrika verisi olan 7.5 l (LPG)/5.9 l (benzin) oranini kullanacagim. LPG sistemi takilmis ve tuketim testi fabrika tarafindan uygulanmis baska bir arac bulamadim. (bu veriye buradan ulasabilirsiniz, fakat belirtmek gerekiyor ki bu arac eski sistem cok noktali enjeksiyon sistemini kullaniyor ve turbosuda yok, dolayisiyla kullanilan LPG sistemi de eski tip reducer (sivi lpg'yi gaza donusturen) iceren sistemlerden, turbolu ve direk enjeksiyonlu sistemlerde LPG tipki benzin gibi sivi olarak direk silindir icine puskurtuldugu icin bu oranin daha az olacagindan ve yeni araclarin LPG'yi eski sistemlere gore daha tutumlu yakacagindan eminim...)
Yeni Clio Touch Turbo 90 bg Stop Start icin;
Anahtar Teslim (44500 TL) + LPG kiti (6000 civari) + 100 bin km de yakilan LPG (15444 TL, petrol ofisinin bu yazinin yazildigi tarih icin pompa fiyatlari kullanilmistir) + 5 Yillik Motorlu Tasitlar vergisi (2361 TL, bu yazinin yazildigi tarih icin Gelir Idaresi Baskanliginin websitesi esas alinmistir) = 68305 TL
Yeni Clio Touch 1.5 dci 90 bg icin;
Anahtar Teslim (51450 TL) + 100 bin km de yakilan dizel (15696 TL) + 5 Yillik Motorlu Tasitlar vergisi (3865 TL)= 71011.
Yani benzin fiyatlarinin onumuzdeki 5 yil artmayacagini varsaysak bile Turkiye'nin en azan yakan dizel araci yerine muadili olan Turbo ve direk enjeksiyonlu bir arac kullanmak daha karli. Bu kar aracinizi daha uzun sure kullanmak istiyorsaniz daha da artacaktir. Ayrica almayi dusundugunuz turbo ve direk enjeksiyonlu arac daha yuksek beygirli ise (ornegin 1.6 ecoboost (180 bg) yada 1.6 DIG-T (190 bg) veya Kia'nin 1.6 T-GDI (200 bg) modelleri gibi) performans acisindan muadili olmaya yakin dizel araclar en azindan 2000cc ve uzeri olmak zorundalar ki, bu durumda LPG kitinin fiyati degismediginden ve vergiyi cok daha az odeyeceginizden kariniz cok daha fazla olacaktir.
Tuesday, September 16, 2014
Tahinli corek, hem de ev yapimi tahinli corek...
Bloguma bakinca yiyip icip geziyorum saniyor insan.. O kadar da degil, calismalarimi da anlatacagim. Anlatacagim ki blogumun gercek amaci yerine gelsin. Kendimi soyle avutuyorum: yiyip iciyorum ki enerji olsun, geziyorum ki beynime oksijen gitsin..
Pazar sabahi tum gun calismayi kafama koymus olarak gozumu actim. Evden inanilmaz kokular geliyordu.. Poaca:)) son zamanlarda poacalarimiz dere otlu.. Nese ile poacalarima kavusmaya mutfaga gittim.. Masanin uzerinde su manzara beni bekliyordu:
Ilık sütün içine mayayı ve şekeri koyup karistirin.. Ikinci bir kapta tuz, sivi yag, tereyag ve 3 bardak unu karistirin. Sut+maya+seker karisimini da ekleyip yogurmaya baslayin. Yumuşak bir hamur elde edene kadar un eklemeye ve yogurmaya devam edin. Hamuru en az bir saat bekletin.
Beklerken tahin ve sekeri karistirin.
Beklettiğiniz hamuru 12 parçaya ayırıp bezeler yapın her bezeyi elinizle ya da merdaneyle 1 cm olacak şekilde inceltin. İncelttiğiniz hamura tahin ve şeker karışımını iyice sürün ( bezenin boyutuna göre değişir ama dolu bir çorba kaşığı yeterli oluyor) ve tahinli hamuru rulalar halinde sarın. En az yarım saat bekletin.
Beklettiğiniz ruloları elinizle tezgahta yuvarlayarak inceltin ve spiral şekilde sarıp tepsiye dizin. (Ikinci resimde ki gibi) Üzerine yumurta sarısını sürüp ceviz ve susam serpin önceden ısıtılmış 180 derece fırında 30 dk kadar (üstü kızaracak şekilde) pişirin.
Afiyet olsun..
Yazimi goren karim cok sevindi.. Patronu tarifi istemis.. Bu yaziyi bir de Ingilizceye cevirmem emredildi..
Pazar sabahi tum gun calismayi kafama koymus olarak gozumu actim. Evden inanilmaz kokular geliyordu.. Poaca:)) son zamanlarda poacalarimiz dere otlu.. Nese ile poacalarima kavusmaya mutfaga gittim.. Masanin uzerinde su manzara beni bekliyordu:
O anda tek farkettigim maya kokusu idi.. Mayayi da Turkiye'den mi getirdin? Ne yaptin maya ile? Ne bicim tipi var bunlarin? diye sormaya basladim.. Herhangi bir cevap alamadim.. "Bin saat suruyor bunlari yapmasi, bozma sakin" seklinde geri puskurtuldum. Sonunda ganimetler firina girince Elcim'in de sabri yerine geldi ve anlatmaya basladi:
Bir onceki gece anlatmis bana, maya varmis evde, onu kullanabilecegi bir tarif bulmus: Tahinli Corek.. Tarif cok zor gorunmuyor diye denemeye karar vermis ama mayali hamur iste, oyle bizim tarifler gibi pratik degil, dinlenmesi gerek.. Coreklerin dinlendigi donemlerde de bir tepsi poaca ve bir tepsi milfoylu borek hazirlamis.. Ama bunlari aslinda Monica (patronu) icin yapmis..
Elcim hala saniyor ki bu evden benim iznim olmadan yiyecek cikabilir.. Ustelik tahinli corege olan derin hayranligimi ve bagimi da bilmiyormus.. Buradaki izole ve yapisik hayatimiz icimi okumasina yol aciyor sanirim..
Corekler 2 gun icerisinde tuketildi. Benim buyusunden kurtulmam ise bugunu buldu.. Yenisini istemeye baslamam ise pazar sabahinin ilk 15 dakikasini aldi.. Bu yaziyi ve tarifi Elcim'i yardim edecegime ikna etmek icin yaziyorum.
Malzemeler:
Hamuru için;- 1 çay kaşığı tuz
- 1 çorba kaşığı şeker
- 1 çorba kaşığı kuru maya
- alabildiğine un (başlangıç için 3 su bardağı yeterli, toplamda 4 bardagi gecmis)
- 3 çay bardağı ılık süt
- 1/2 su bardağı sıvı yağ
- 2 dolu yemek kaşığı tereyağı (iyice erimiş olsun)
- 1,5 su bardağı tahin
- 1 su bardağından biraz fazla şeker (isteğe göre şekeri arttırın Elcim 1,5 su bardağı koymus)
- 1 yumurta sarısı
- susam, ceviz, ya da findik
Ilık sütün içine mayayı ve şekeri koyup karistirin.. Ikinci bir kapta tuz, sivi yag, tereyag ve 3 bardak unu karistirin. Sut+maya+seker karisimini da ekleyip yogurmaya baslayin. Yumuşak bir hamur elde edene kadar un eklemeye ve yogurmaya devam edin. Hamuru en az bir saat bekletin.
Beklerken tahin ve sekeri karistirin.
Beklettiğiniz hamuru 12 parçaya ayırıp bezeler yapın her bezeyi elinizle ya da merdaneyle 1 cm olacak şekilde inceltin. İncelttiğiniz hamura tahin ve şeker karışımını iyice sürün ( bezenin boyutuna göre değişir ama dolu bir çorba kaşığı yeterli oluyor) ve tahinli hamuru rulalar halinde sarın. En az yarım saat bekletin.
Beklettiğiniz ruloları elinizle tezgahta yuvarlayarak inceltin ve spiral şekilde sarıp tepsiye dizin. (Ikinci resimde ki gibi) Üzerine yumurta sarısını sürüp ceviz ve susam serpin önceden ısıtılmış 180 derece fırında 30 dk kadar (üstü kızaracak şekilde) pişirin.
Afiyet olsun..
Yazimi goren karim cok sevindi.. Patronu tarifi istemis.. Bu yaziyi bir de Ingilizceye cevirmem emredildi..
Subscribe to:
Posts (Atom)